29 Eylül 2009 Salı

TUTUŞMAYIN KARDEŞİM BİRBİRİNİZE

Yok kardeşim sokakta el ele tutuşarak gezmeyi yasaklasınlar…yaaa olan var olmayan var…hiç düşünülmez mi insanın canı çeker…bugün bana yarın sana…yarın sen de o elini tutarak gerine gerine küçük dağları ben yarattım havasıyla gezdiğin insandan ayrılınca emin ol sende böyle düşüneceksin…her zaman anı yaşamak iyi bişey değil söylim sana yani..bazı konularda ileriyi düşünerek yaşayacaksın…


Dün yolda yürüyorum…önümde bi çift el ele tutuşmuş…hanım kızımız bir havalarda böyle…küçük dağları ben yarattım edaları kızımızda…yaaa öyle böyle değil… yürürken vitrin camlarında kendilerini izliyo….buldumcuk olmuş abla…o kadar yaaniii….ben kendisini biraz görgüsüz buldum şahsen…..bide abla bişeye benzese…tamam abi fena değildi…tamam yaa tek kelimeyle süperdi dibim düştü…aslında bunu da anlamıyorum…nerde yakışıklı bi abi var..bakıyosun çirkin bişey taşıyo yanında…hele son zamanlarda gözlemlediğim ise bu yakışıklı abilerin yanındaki kızlar toplu…hatta resmen şişman…yaa ben şişmanken hep çelimsiz minkin kızlar vardı bu abilerin yanında…bende inat ettim, yemedim içmedim, fitmess a gidip kıçımdan terler damlayana kadar spor yaptım, öldüm bittim sonunda 6 kilo verdim…bi baktım moda, şişman kızlar …hiçbi zaman olmam gereken yerde olmam gereken zamanda olamadım ben yaaa…ne var sanki bizim yanımızda da şöyle uzun boylu, yeşil gözlü, esmer, yakışıklı, dumanı üstünde bi abi olsa…hayatımız milletin yanındaki abilerin dumanına ekmek bandırarak geçti…o dumanla körelttik nefsimizi…yazık ama yaa…

Ama bu çifti izlerken düşündümde..yok yaa böyle tek tabanca iyi yaanii…alışmışım bu yalnızlığa…hani bi sevgili yapsam kendime, kesin otobüste dolmuşta unuturum onu ben….o kadar alışmışım yaanii..hem ne o öyle tasmalı köpek gibi sürekli elinden biri tutarak gezicen…bu yaşta anamız babamız elimizden tutsa çocukmuyuz deriz ama elin oğlu olunca konu, bi aptala dönüyoruz…elinden tutmadan yürüyemeyen, çocuk gibi konuşarak, davranarak sevimli olmaya çalışan tuhaf yaratıklara dönüyoruz…hadi kışın normal…elin üşür falan….ama yazın gavur şeyi gibi yanarken ortalık, ne akla hizmet el ele tutuşulur anlamam ki yaa…vıcık vıcık ter ellerin…kendi terin yetmezmiş gibi….yooo hayıırr cümleyi tamamlayamiicam…ıyykkk…..

Bu kadar şikayet ediyo olsam bile yine de yasaklansın istiyorum bu el tutma olayı….sonuçta hormonlu bişeyim…ben istemesem de hormonlarım istiyo canım…lütfen biraz saygı….

28 Eylül 2009 Pazartesi

.....

hayat...ben bi hayal kurdum...dürtüp uyandıracağına...gerçekleşmesine izin ver...

27 Eylül 2009 Pazar

HOŞÇAKAL



Bi varmış bi yokmuş olacaksın yine...Artık var dediğimde yok, artık yok dediğimde ortaya çıkacaksın yine...çiçek açıcam ama bi bakıcam yalancı baharmış...ama ben baharlar erken gelsin ve hep bahar olsun hayatım, hayatımda baharlar olsun istiyorum...içimde gizlenmiş çiçekler, açsın istiyorum...kara kışlara teslim etme beni, çiçeklerimi öldürme istiyorum...baharım ol istiyorum...kocaman yutkunuyorum boğazıma attığın düğümü, susuyorum..............dedim sana.....ama....yenik düştüm ayazlara...yüreğim yalancı baharların açtırdığı çiçekleri döktü bir bir...içimde gizli çiçeklerim açamadan, kırıldı dallarım...ben bahara hasret, kara kışlara teslim....üşüyorum....hoşçakal....

26 Eylül 2009 Cumartesi

GİTTİN


Gittin….Hiçbir açıklama yapmadan gittin….Unutmaya çalıştım gidişini…..Uyudum, uyandım, eşyalarımı toparladım, saçma sapan TV programları seyrettim….Saçma Türk filmleri izledim….Ağladım….Reklamlarda bile ağladım….Hava karardı….Işıkları açmadım….Işıkları açarsam gidişin bütün çıplaklığıyla görünecekti sanki….Korktum…Açmadım ışıkları….Çektim perdeleri…..Üşüdüm….Hava soğuk olduğundan mı yoksa yüreğimin ayazından mı bilmem…..Üşüdüm….Sarıldım sensiz battaniyeye…..Örttüm üstümü…..Gizlendim….Yokluğundan gizlendim….Utanmadım ağladım…Müzik açtım gidişinin ayak seslerini duymamak için….Sende seversin ya, Mariza’yı dinledim….Canım yandı….Ağladım…..


Alışamadım….Gidişine alışamadım….Canım acıdı….Diş ağrısı gibi…..Hani dişin ağrır ama bütün dişlerine hissettirir ağrıyıda, asıl ağrıyan dişinin hangisi olduğunu bilmezsin….Ağrıdım….Nerem ağrıyodu en çok….Ellerini tutan ellerim mi….Gözlerine bakan gözlerim mi…..Sıcaklığını hissettiğim bedenim mi….Seni düşünen beynim mi…..Nefesini soluyan ciğerlerim mi….Seni çok seven kalbim mi…..En çok nerem ağrıyodu benim….Ağladım…Ağrıdan ağladım….Aşktan ağladım…..


Ben hala seni çok seviyorum…Anladım….



25 Eylül 2009 Cuma

FATURA















Elektrik faturası…
Ödedim…

Su faturası….
Ödedim…



Telefon faturası…
Ödedim…




Geçmiş bi acının
Aşkıma kesilmiş faturası…




O da bana kaldı…
Ödeyemedim….




Bitmedi…

24 Eylül 2009 Perşembe

GERGİN


Gerginim...Hem de çok...neden bilmiyorum ama böyle anlarda kendimi ıslak bok gibi hissediyorum...ıslanıp yavşamış ve sürekli her yere bulaşan...öyle iğrenç, öyle bulaşık, öyle pislik, öyle çekilmez, sevimsiz, öyle uzak durulası...ama ıslak ve yavşamış bi bokum...uzak durmak mümkün değil...insanlar uzak dursa da ben bulaşıyorum...çok kırıyorum, çok kırılıyorum böyle zamanlarda...ama rahat da durmuyorum...ne akıllanıyorum, ne vazgeçiyorum...biliyorum zamanla kuruyacağım...zararsız, bulaşmaz olacağım...ama kuruyana kadar sıvandığım insanlar...hepinizden özür diliyorum...

ÖLÜM ALLAHIN EMRİ ŞU AYRILIK OLMASA

Çok severim bu cümleyi....Bakıldığında öylesine iki mısra iken, yaşadıklarımızla ne çok anlamlar kazanıyor...İlk kim söyledi acaba bu mısrayı...Kimin acısının, yüreğini bu kadar yakarken, böyle dillenmesiydi...Ve kaç kişi, bu mısrayı yaşadı bu zamana kadar...

Hayat çok garip...Ne çok ortak acılar yaşıyoruz ve ne çok, başkalarının birbirinden farklı acılarını anlatan yüzlerce mısrada kendimize dair bişeyler buluyoruz...İyi ki şairler var...Hatta aslında iyi ki birbirinden farklı acılar yaşamıyoruz...İnsanın içini rahatlatan bişey oluyo aynı acıları yaşamak...Yalnız olmadığımızı görüyoruz, birilerinin yaşadıkları acıları anlatmalarında...Bir acıda yalnız kalmak, belki acının kendisinden daha acı, kimbilir..."Acılar" kümesinde öyle kalabalığız ki..."Aynı acılar" kümelerine blünsek binlerce alt küme olacağız...Birbirinden farklı acılar alt kümelerinde birbirinden farklı binlerce insan...Yaşadığımız acıyla yalnız kalıp boğulmayacağız...Sanırım kötünün iyisi deniyor buna...

Bu iki mısrada anlatılan ise daha başka...Ölüm mü, ayrılık mı..?Hangisi daha acı..?Sonsuz bi yitiriş mi, yoksa orda olduğunu bilip bulamamak mı..?Düşünüyorum da belki ölüm daha iyidir...İtiraz edemezsin, "dur gitme" diyemezsin...Mahkumsundur bu gidişe...İtiraz etmek, Don Kişot'luk yapmakla aynı şeydir... Ya " dur gitme" diye yalvaracak olmamıza ve o gidişe engel olabileceğimize rağmen engel olamamak daha mı kötü...Sanırım evet...Engel olunamayacak bişeyi yaşamak, engel olunabilecek bişeyi önleyememekten daha iyi...Belki ölüm gerçekten en güzeli...İçini rahatlatır insanın...Ama ölümün sonsuz bir ayrılık olması daha büyük bi acı mıdır..?

İşlemcim fazla ısındı...Çok düşünmek hiç bana göre değil...:)

Kısacası ayrılıklar her ne sebeple olursa olsun çok can yakıcı...Umarım kıymet bilmek için hiçbi şekilde bi ayrılık yaşamayız...

17 Eylül 2009 Perşembe

İNCİ TANESİ



Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye, kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecek toplayıp midesine gönderiyormuş. Aniden, yakınındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle
kum ve çamur fırtınası yaratmış. İstiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş ki kabuğunun içine kaçarsa son derece rahatsız olurmuş. İstiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış;
Sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına yerleşmiş.
Kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş.
Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini hemen çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü
kaplamaya başlamış; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar...

İstiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeye devam etmiş
ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş.

Şimdi sen hangi derin denizlerin hangi kuytularında bir inci tanesi olmaya çalışıyorsun kimbilir…Ama bilmiyorsun ki sen zaten inci tanesisin sol yanımda taşıdığım...

11 Eylül 2009 Cuma

GEYİKLİ HALI ÜZERİNE Bİ DOLU GEYİK


hatırlar mısınız eski köy evlerinde (hala mantığını anlamadım ama) üzerinde değişik manzara resimleri olan duvara halılar asılır. Doğa resimleri mesela...dere akar böyle etrafında ağaçlar yeşillikler vs...tavus kuşu resmi olanlarını bile gördüm...tavus kuşunu o halılarda tanıdım ben...ve geyikli halılar...üzerinde tekli, ikili, üçlü, sürüyle, yeşillikler içinde vs şeklinde geyik resimleri olan halılar...bir zamanalrın muazzam geyikli halıları, şimdilerde kelimenin gerçek anlamıyla bir geyik malzemesi oluşturur oldu... geyik muhabbetinin en hası kanımca duvarda asılı geyik resimli halıların önünde yapılırdı...

çok düşündüm geyikli halının gerçek amacını...aslında ciddi sebepleri olabilir...sobalı köy evlerinde, duvarların içeriye sızdırdığı sğuğu bi nebze olsun engelleyebilmek için olabilirdi...bu bağlamda "duvardan duvara halı" kültürünün babası sayılabilir...

tabii anlamadığım en önemli şey, neden geyik resmi (işte o can alıcı soruyu sordum..."neden"). bu resimle ne anlatılmak istenmiş ve gerçekten bişeyler anlatılmaya çalışılmışsa da bi anlayan olmuş mu? olmuşsa da ne anlamış ve anlaşılan "şey" konusunda ne gibi tepkiler, yorumlar olmuş...ya da aslında geyik veya herhangi bişey olmasının hiçbir önemi yok da, ben mi saatlerdir kendi içimde bi "geyik muhabbeti" halindeyim???? hayır yaa buna inanmak istemiyorum...lütfen gizli bi anlamı olsun bu geyiklerin...Alnım mı kaşınmaya başladı benim!!!!!!!

9 Eylül 2009 Çarşamba

SÜPER KAHRAMANLAR



çocukluğumuzdan beri hep bi süper kahramanlar vardı hayatımızda...süperman bunların en bilindikleri...normal hayatta gerzeğin teki olan bu adam, bi telefon kulübesinde yaşadığı değişimle, meğer elbiselerinin altından hiç çıkarmadığı bi süper kahraman üniformasıyla birden bire zeka, güç, başarı küpüne dönüşenbiliyodu...telefon kulübesi fantazisi de çok ilginç tabii;) yaa gerizeka hiç mi terlemezsin, hiç mi kirlenmez üniforman...bi çıkar, bi yıka, bi balkonda çamaşır ipine ser kurut şunları...Allaaam sanki adamın derisi...THKya bağışlasan para etmez...bide aslında üniformada bi numara yok, bütün keramet telefon kulübesinde...yoksa üzerinden hiç çıkarmadığı halde, süper kimliğini gizlemek amacıyla formanın üzerine giydiği elbiselere rağmen süper olmanın bi karizması, bi havası, bi asaleti olur yaani dimi...ama ne olursa olsun bu abiler süper olsalar bile pasaklılar...yaff abicim hiç mi pastırma yemezsin, pazar kahvaltılarında hiç mi sucuklu yumurta keyfin olmaz....kokuşcan yaa...isilik dökecen...kirden pastan kalıp olmuştur o artık...örümcek adam da aynı...normal yaşantılarında bunlara bi mallık çöküyo...

tamam hepsini anladık...günlük hayatta malsın bi telefon kulübesinde süper kahramana dönüşüyosun nası bi fantaziyse...ama mesela bunlar hiç yaşlanmaz mı...yani yaş ilerler zamanla hipertansiyondur, hiperlipidemidir, diyabettir, romatoid artriddir, gözde katarakttır, tavuk karasıdır olmaz mı hiç...bi idrar yolu enfeksiyonu olmaz mı...bi ürolağa ihtiyaç duymazlar mı...yaz kış incecik tiril tiril elbiseyle o kadar uç hopla zıpla koştur terle...üşütür kulunç olur insan yaa...mesela örümcek adamın diyabeti çıksa....ördüğü ağların kalitesi düşer...tansiyonu çıksa mesela...romatizma olsada hava değişimi verseler...süperman astım olsa ve inhaler kullansa...uçarken birden nefesi daralsa...yada yıllardır artık çalış çalış yorulsa...devlet memuru gibi geleni gideni azarlasa...emekli olmak istese ama geçim derdi, çocukların okul masrafı falan derken emekli maaşı yetmese de çalışmaya devam etse....karı dırdırından bunalıp gaaveye gidip okeye dördüncü olsa...

aslında insan bi süper kahraman bile olsa zamana yenilir...insan hep kahraman olmaz ki yaa...

6 Eylül 2009 Pazar

AŞK


"Yeni bir günü tek başına göğüslemek endişesini asla düşünmemektir."


Sanırım 90'lı yıllarda, henüz hala küçük bir kız çocuğuyken bakkaldan aldığım -ki o zamanlar bakkal amcalar vardı- bir şekerli sakızın içinden çıkan kağıttaki cümle...Küçük defterime yapıştırmışım, hala dün gibi duruyor...Yüreğim küçük bir kız çocuğu olmasına rağmen kafa kağıdım büyüdüğümü söylüyor...Gözlerimin yanındaki küçük çizgilerde bunu ispatlamak için kendilerini belli etmeye çalışıyorlar büyük bir hızla...Ve ben, yüreği küçük kız çocuğu ama kendi 30 küsur yaşına gelmiş olan ben, bu cümleyi artık gerçekliğini fazlasıyla içimde hissederek okuyorum...


Yeni bir günü tek başına göğüslemek fikri bile yeterince korkunçken bunu en gerçek haliyle yaşamak daha katlanılmaz...İnsanın yanında, hayatın bütün zorluklarına karşı direnirken elini tutan birine ne çok ihtiyacı oluyormuş...Ne zormuş aslında hayat ve ne çok ihtiyaç varmış anne-baba, kardeş, arkadaş dışında çok başka birine...Çok başka bir sıcaklığa...Çok başka bir desteğe...Yalnızlık gerçekten Allah'a mahsusmuş...Bilenler doğru söylemişler...


Bunları düşününce kendime diyorumki ; "ya yaşlanıyorsun, ya da feci yalnızsın." Düşündümde sanırım her ikise doğru...Yalnız yaşlanmak ne kötü...


MERHABA


sonunda benim de bloğum oldu...çok şey yükledim ona...bi dikili ağaç benim için...genel olarak baktığımda bloglara, hep eğlenceli şeyler...çiçek böcek işlerine girip yanıp sönen şeylerden yazıyı okunmaz hale getirenler bile var...ama hayat öyle tuhaf bi "şey"ki...ifade edecek bi kavram bi kelime bulamıyorum ve "şey" deyip kesip atıyorum...bende dedim blog işine gireyim..benide hayata dair söyleyecek sözlerim, kendimce gün yüzü görmemiş esprilerim var...genelde komik bişeyler paylaşırım diyodum...ama hayat hep çiçek, böce, komiklik, şakalar değilmiş...doğmamış bebeye don biçtim aklım sıra...


Neden hep böyledir...neden hep bişeyler ister, düşünür, hayal ederiz ve herşey bütün bu yaptıkalrımızla kalır...hep sorarım...kendim için hiç iyi bişey istemedim mi şimdiye kadar...kendimi sevmiyo muyum...yooo hayır kendimi seviyorum...hep kendim için iyi olacağını düşündüğüm şeyleri istiyorum...o zaman sorun nerde...kendime bu kadar mı yabancıyım...kendim için en iyi olanı bilemeyecek kadar...hem de kendimi bu kadar severken...ya da belki "kendim" için istemenin bencilliğindendir bu yaşananlar...


bitmez bu sorular...hatta her an yenisi gelir...sorarız soruyu...sonra düşünüp kendimizce doğru bi cevap buluruz...muzaffer bi komutan edasında, cevabı bulmuşluğun rehavetiyle kollarımızı bağlayı tam arkamıza yaslanmışken, birden o soru üretmekte sınırsız ve hatasız çalışan beynimiz, bulduğumuz cevabın olmadık yerinden yeni ve bir yığınsoru üretir...hatta öyle mükemmeldir ki beyin denen organ...cevaptan çok soru üretir...hatta abartıyorum cevap üretmeye tenezzül bile etmez...saniyede milyonlarca soru...eğer bir dinlemeye başlarsanız beyninizi, bitmişsinizdir...en iyisi o kendi kendine soru ve sorun üretedursun siz şarkınızı söylemeye devam edin...yokmuş gibi davranın...varlığı da sorundan başka bişey değil zaten...


sanırım toparlamaya başladım...hadi bakalım hepimize hayırlı olsun...şu dar-ı dünyada benimde bi bloğum oldu...hatta yazı bile yazdım;)